Mecburiyetler silsilesi..

Cuma, Nisan 20, 2018


  Son birkaç haftadır kendimi pek iyi hissetmiyorum. İşe gitmek zorunda kalmasam evden dışarı adımımı atmak bile istemiyorum ama mecburum. Çünkü hayat dediğimiz şey bir nevi mecburiyetler silsilesinden ibaret. Hayatı eskisi kadar sevmediğimi fark ettim. Neden bilmiyorum ama içimde yaşama sevinci taşımıyorum. Kalabalık bir yerde çalışıyorum ama oradaki insanlar sadece koca bir silüetten ibaret. Duygunun olmadığı hiçbir ortam bana samimi gelmiyor açıkçası. Kocaman bir cehennem simülasyonunun içine hapsolmuş gibi hissediyorum. Burası son derece iyi tasarlanmış bir cehennem bence. Etrafımızdaki cehennem birilerinin ya da bizim yarattığımız şey. Aile mesela, koca bir cehennem çukuru. İstesen de yakanı kurtaramıyorsun.

   Gün içerisinde çok fazla şeye asabım bozulduğu ve buna daha fazla dayanamadığım için sakinleştirici almaya karar verdim. Benim için karar aşaması biraz zordu ama gidip aldım sıradan bir eczaneden. Ruh halimi biraz düzeltsin istedim sadece. Pasiffloranın bana verdiği tek şeyse uyku. Evdeyken koltuğumda sürekli uzanıyorum. Telefonum mezarlık sessizliğinde bir köşede duruyor. Bilgisayarımdan sevdiğim şarkıları dinleyip mahvolan hayatımı nasıl düzeltebilirim diye düşünüyorum ama bir türlü toparlayamıyorum.

  Bu hafta doğum günümdü. Akadaşlarımla kalabalık bir şekilde kutlama yapmadık. Yüksek lisanstan arkadaşlarım sadece Instagram'dan kutladılar. Story paylaşmasam belki de çoğunun haberi olmayacaktı. Doğum günümde kendimi çok mutsuz hissettim biliyor musun. Duygularımı kontrol edemiyorum çünkü. Bu hiçbir zaman sevilmeyeceğini bilme hissi o kadar boktan ki nereye gitsen karşına çıkıyor. Tuvalete gidiyorsun karşına çıkıyor, sahilde yürüyorsun karşına çıkıyor, sabahın köründe otobüs durağında otobüs beklerken karşına çıkıyor. Bir türlü peşini bırakmıyor anlayacağın. Sanki gökyüzünde görünmez bir şekilde kocaman harflerle ''Sevilmeyeceksin'' yazıyormuş gibi hissediyorum.

  Yalnızlığım aylar boyunca katran karasına dönüştü. Artık kalp değil de kocaman siyah bir kütle taşıdığımı hissediyorum. Çünkü duygularım öldü, beni ben yapan insaniyetim öldü. Çünkü umudum kalmadı. Mutlu olacağıma dair, birinin beni gerçek anlamada sevebileceğine dair inancım kalmadı. Kendime olan inancım kalmadı. Şu an sadece mecburiyetten çalışıyorum. O da olmasa toptan kafayı yerim gibi hissediyorum. Bütün bunları anneme anlatamıyorum çünkü o benim iki mislim kadar üzülüyor. Onu öyle göreceğime hiçbir şey söylemeyeyim daha iyi diyorum.

  Böylece beni içten içe çürüten düşüncelerimle baş başa kalıyorum. Bir türlü onları hizaya sokamıyorum. Bir yanım her şeyin düzeleyeceğini söylüyor öteki yanımsa ölmenin daha kolay bir tercih olacağını söylüyor. Son zamanlarda ölmeyi çok sık düşünüyorum ama bunun sonrasını hesaba kattığım için esas eyleme geçemiyorum. Şunu anlamalısın: Bazı insanlara hayata elverişli değildir. Onlar daha çocukluğunun ilk demlerindeyken kalplerine kocaman bir kurşun yemiştir. O kurşun orada öyle bir yer etmiştir ki insanı nefes alamaz hale getirmiş. Bazı insanlar mutluluğu kolayca elde edemiyor. Şükrediyor şükretmesine ama geceleri uyumadan önce pişmanlıkları sıra sıra zihnine dizildiğinde ağlamamak için yorganı başına çekiyor. Diyorum ya sana bazı insanlar hayatla mücadele etmesini bilmiyor. Çünkü baştan kaybetmişler. İsteseler de düzelemiyorlar.

   Kalbim acıyor. Evet bunu aylar sonra çok net bir şekilde hissedebiliyorum. Kalbimin acısı bana öyle ağır geliyor ki keşke birdenbire dursa diye içimden geçiriyorum yolda yürürken. Çevremdeki insanlar için hayaletten farkım kalmadı diyebilirim. İstesem de hayatlarında yer edinemiyorum. Bu durum beni üzüyor bir bakıma ama sonradan alışıyorsun işte. Daha sonra sinsi bir öfke yerleşiyor kanına ve onlara '' Sevmezseler sevmezsinler amk siktirsinler''  deyip siktiri basıyorsun. Bu çok ileri bir seviye bir aşama zaten. Her insan bu aşamaya ha diye gelmiyor. Önce kazık yiyor, sonra yalnız bırakılıyor, sonra aldatılıyor, sonra sevilmiyor, sonra tamamen insanların hayatlarından çıktığında böyle bir aşamaya geldiğini fark ediyor. Hayat insanı istemeden de olsa bu aşamaya getiriyor bir yerden sonra.

  Doğum günümü istediğim gibi kutlayamadım. Mum bile üfleyemedim. Fotoğrafımı çekmediler. Çok içime oturdu. Neden bütün bunları bana çok gördüler anlamıyorum. Seneye bu zamanı hatırladığımda geriye sadece kızgınlık ve kırgınlık kalacak zihnimde. O kadar acı veriyor ki bu nasıl üstesinden geleceğimi bilmiyorum. Bu konuda Duru biraz düşünceli davrandı sadece. Doğum günümde beni Beyoğluna çağırdı. Cafeye yanına gidip sohbet ettik o, sevgilisi ve lisanstan bir kız arkadaşımla. En sevdiğim cheesecakelerden birini söylemişler bana doğum günü pastası niyetine. Üzerinde mum yoktu ve bu onları epey kızdırmıştı. Ben de alttan almaya çalışıyordum tabi çünkü yapabileceğim farklı bir şey yoktu o an. Onunla telefonda konuşurken sesimdeki mutsuzluğu hissetti galiba. Doğum günü partisi falan yapıyor musun diye sorduğunda hiçbir şey yapılmıyor dedim sadece. O da buna üzüldüğü için beni yanına çağırdı işte. O gün bir bakıma yüzüm gülüyordu ama aklım yerinde değildi. İstiklal'den geçerken hayatımın giderek mahvolduğu aklıma geldi. Telefonuma sürekli mesajlar geliyordu tabi. Sırma, Cimcime, Şahsenem ve daha niceleri mesaj atarak kutladılar. Oysa ben karşımda olmalarını, bana gülümsemelerini, onlarla sohbet etmeyi istiyordum. Ama bu hayalim benden tamamen uzaktı.

   Yolda giderken Grace'i aradım çünkü gün içerisinde bana ulaşmaya çalışıyordu. Doğum günlerine değer verdiğimi biliyor çünkü. Onun sesini telefonda duymak nedense bana güç verdi. Hem yolda gidiyorum hem de onun cümlelerini zihnime yerleştirmeye çalışıyordum. Bana ''Doğum günleri insanların asıl değerini belirlemez. Sadece özel gündür. İçten gelen bir şeydir. Sen çok özel ve değerlisin. Keşke bunun farkına varabilsen. Seni çok seviyorum'' demişti. Onun bu sözlerinden güç alarak Duru'nun yanına gitmiştim işte. Bana en sevdiğim kolonyayı almış, üstelik en sevdiğim yazarın çizim kitabını hediye etti. Kolonyayı görünce çok sevindim çünkü böyle ufak detayları unutmaması hoşuma gidiyordu. Bu konuda çok şanslıyım çünkü benim gibi düşünceli bir dosta sahiptim. Gerçekten son bir yılda Duru'nun hayatımdaki yeri çok başka oldu. Birlikte çok şey paylaştık. Beni anlamaya çabalaması çok değerli mesela. Konuşmalarımızı unutmuyor, ne zaman başım sıkışsa yardımcı olmaya çalışıyor, mutlu olmam için çabalıyor vs. Bütün bunların onun bendeki yerini daha da sağlamlaştırdı diyebilirim.

   Mum olmadığı için epey söylendi Duru. Daha sonra bu kutlamanın içine sinmediğini daha kalabalık bir ortamı hayal ettiğini söyledi. Ben de başımı salladım sadece. Amacım sadece beni seven insanlarla bir arada olmaktı ama o gün nasip olmadı maalesef. İş yerindekiler de kutlamadı. Bugün belki kutlarlar diye düşündüm ama onlar karşı masadaki bir kızın doğum gününü kutlamayı tercih ettiler. O kadar moralim bozuldu ki anlatamam. Kendimi çok değersiz hissettim. Onlar kızı tebrik ederken ben dinlenme alanına geçip oturdum. Üzüntümün birazcık olsun hafiflemesini bekledim su içerek ama geçmedi. Galiba hayatım boyunca hep böyle olacağım. İçlerinden bazıları doğum günüm olduğunu biliyordu ama sanırım unuttular. Yine de hatırlamalarını isterdim. Böyle şeyler modumu çabuk düşürüyor. Mesai bittikten sonra teyzemle telefonla konuştum. Ona son günlerde yaşadığım mutsuzluklardan bahsettim. O da bana ''Napıcaksın kader. Sabret'' diye cevap verdi. Annemler pasta alacaklardı dün. Babamla atıştılar epey. Daha sonra babam gidip küçük bir pasta aldı. Yanımda teyzelerim ve ananem yoktu. Bomboş hissettim. Ananem her doğum günümde yanımdaydı çünkü. Onun eksikliğini çok hissettim. Yarın yanına gideceğim. Onu çok özledim. Sanırım annem dışında beni gerçek anlamda seven tek insan o. Bu yüzden allaha çok dua ediyorum ona uzun ömür versin diye. Ben zaten fazla yaşamak istemiyorum. 30. yaşımı görür müyüm onu bile bilmiyorum açıkçası. Çünkü yaşamaya katlanamıyorum. Bu sevgisizlik yumağının içinde kaybolmak beni çok yoruyor.

   Geçen gün hayatımda hiç beklemediğim bir şey oldu. İş arkadaşımın ananesi vefat etmiş. Bunu başka bir arkadaşım bana mesajla söyledi. Uyanır uyanmaz bu mesaj geldi bana. Tokat yemiş gibi hissettim. İşe giderken dolmuşta birdenbire gözlerim doldu ve ağlamaya başladım. Ağlamamı bir türlü durduramadım. Burnum aktı. Allahtan dolmuş boştu. Dolmuşta ağlamayı hiç beklemiyordum. Hayatımda hiç görmediğim, adını, sesini bile duymadığım bir kadının ölümüne ağlamak bana da tuhaf gelmişti. O gün ruh gibiydim zaten. Bu tarz ölümler beni çok etkiliyor. Zaten psikolojisi bozuk biriyim, böyle ciddi haberler beni daha çok etkiliyor.

   Birkaç hafta önce yüksek lisanstaki arkadaşımla izin günümde moda sahilinde buluştuk. Beni özlediklerini söyledikleri için buluşma ayarladık. Çimlere oturup temiz havanın ve güneşin tadını çıkardık. Hepsi bana içtenlikle sarıldı. Bana bakarken gözleri ışıl ışıldı. Çünkü bu ışıltı sevgiden geliyordu. Birisi sana bakarken gözleri parlıyorsa bil ki o insan seni çok seviyor. O gün bunu daha iyi anladım. Çimlerde oturmanın kendine has bir rahatlığı var. Üstelik kalabalık ortam olduğu için farklı farklı konulardan konuşabiliyoruz.

  Duru ile birlikte tiyatroya gittik. Fatima'nın erkekleri oyununa biletim vardı onu davet ettim. İkimiz iyi bir oyun izledik o gün. Oyun bittikten sonra Duru'nun ağlamasını beklemiyordum tabii. Oyun çok güzeldi. Bir kadının kardeşinin ölümünden sonra yaşadığı içsel buhranı anlatılıyor. Elektra'dan sonra bu oyun da iyi geldi bir nebze. Duru ile genel olarak kültür sanat etkinliklerinde buluşuyoruz. Çünkü o da benim gibi bu tarz etkinlikleri seviyor. Sevgilisi Hüdaverdi allahtan kıza bir şey demiyor. Kıskançlık yapmaması iyi bir karaktere sahip olduğunu işaret ediyor bir bakıma. O gün Ara Cafe'de limonatalarımızı içerken yanımızdan Ara Güler geçti. Ben tabi yine fotoğraf çektiremedim adamla. Sadece kısa bir süre bakıştık Ara Güler ile o kadar. Fotoğraf çektirmek isteyenleri tersliyormuş diye duyduğum için yanına gitmedim. Yanımdan bir efsane geçiyordu ve ben onunla konuşamıyordum. Çok boktan bir durum bu be.

  Yukarıda da bahsettiğim gibi sakinleştirici şurup içmeye başladım. Rahat bir uyku uyumamı sağlıyor bu şurup. Onun dışında sinirlerim biraz daha yerli yerinde duruyormuş gibi hissediyorum. Şurubu kullanmadan önceki dönemde çok korkunç hislerle yaşıyordum. Mesela kollarım tersten kelepçelenmiş gibi hissediyordum. Oysa hayatımda hiç kelepçelenmedim. Gün içerisinde sürekli kollarımı ovalayıp durdum. Çok garip bir hisle karşılaşmıştım anlayacağın. Üstelik iş arkadaşlarımın gizli mobbingi sinirlerimi fazlasıyla yıpratmıştı. O yüzden böyle bir çözüm bulmaya çalıştım kendimce. Beni anlamalarını çok isterdim ama onlar için sıradan biriyim. Yanımdaki iş arkadaşım benimle konuşurken düz bir ses tonu kullanıyor mesela. Oysa konuşmaktan keyif aldığı bir arkadaşı geldiğinde ses tonu ona karşı tamamen değişiyor, sesindeki ritminden mutluluk akıyordu. Benle konuştuğunda oldukça soğuk, arkadaşıyla konuştuğunda ise oldukça sıcak oluyor. İnsanlardan mucize yaratmalarını beklemiyordum. Sadece anlayışlı olmalarını ve konuşkan olmalarını bekliyordum. Böyle anlarda hiçbir yere ait olamama hissi hep gelip beni buluyor. Hiçbir arkadaşlık ilişkilerinde dikiş tutturamadığımı hatırlatıyor genelde bana bu his. Yine de güçlü kalmaya çalışıyorum çünkü elimden bundan başka bir şey gelmiyor. Aslında dakikalarca ağlamak sonra da deliksiz bir uyku çekmek istiyorum ama bu şimdilerde çok zor.

  İstediğim şeyler çok basit aslında ama insanların bunları gerçekleştirmesi nedense çok zor. Çocukken yeteri kadar sevilseydim belki de şu an kendimi bu kadar aciz hissetmezdim. İçine at. İçine at. Her şeyi içine at. Sonra o içine attıkların seni nefessiz bırakacak kadar boğsun. Başka bir şey öğretmediler çünkü bana. Teyzelerim bir kere bile sen değerlisin demedi bana. Hadi onu geçtim seninle gurur duyuyoruz bile demediler. Hep eksik yönlerimi yüzüme vurdular hiç çekinmeden. Ve ben böyle böyle kendimden nefret etmeye başladım. Çünkü karşımdaki insan ne yaparsam yapayım beni yeterli görmüyordu. Ailem yeteri sevgiyi veremedi. Ben de böyle aptal, gelecekten umudunu kesmiş, sürekli ölmeyi arzulayan, içinde yaşama arzusu taşımayan bir çuvala dönüştüm. Çünkü sevgisizlik insanı böyle boktan birine dönüştürebiliyor.

  Moralim düzelsin diye yeni kitaplar aldım ama hiç okuma hevesim yok. Şu sıralar tek yaptığım şey koltuğumda uzanıp uzun uzun düşünmek. Bir gün işten eve geldim. Akşam sekizden sabah altıya kadar uyumuşum. O kadar uzağım ki hayattan bıraksan hiç çıkmayabilirim yataktan. Böyle olmayı ben de istemezdim ama insan hislerinden kaçamıyor. Yaşadığım her an ıstırap gibi geliyor bana. İş yerinde olmak o koca aptal kalabalığın arasında yer almak istemiyorum. Evdeki huzursuz işkence bahçesinde yer almak istemiyorum. Gittiğim ve var olduğum hiçbir yerde huzur bulamıyorum kısaca. Bugün kahve eşliğinde sigara içerken kaçan otobüsüme aldırış etmedim mesela. Bir şeylere yetişmeye çalışmaktan sıkıldım çünkü. Kahveyle sigara çok güzel gidiyor bu arada. Ailemin sakinleştirici kullandığımdan haberi yok. Annem duysa epey karşı çıkar. Hele babam daha da söylenirdi. Onlardan gizli yapmak seslerini biraz olsun azaltıyor. Her şeyden o kadar çok uzağım ki artık yarın yaşayıp yaşayamayacağımı kestiremiyorum. Bu benim hayatım değil. Bu hayalini kurduğum hayat değil. Ben mecbur bırakılmış bir hayatın başrolünü oynamakla cezalandırıldım sanki. İş yerinde sabahlamak istemiyorum. İnsanların yüzünü bile görmek istemiyorum ama mecburum. Çünkü ekonomik özgürlüğümü anca böyle elde edebiliyorum.

  Bütün bu olanları okurken göğsünün daraldığını hissediyorsun dimi? İşte ben o hissi her gün yaşıyorum. O yüzden ne hissediyorsam onu yazıyorum. Sana karşı hep dürüst oldum. 25 yaşına daha mutlu girmeyi isterdim ama bok gibi geçti. Heves meves bırakmıyorlar insanda. Bütün bunları niye yazıyorum? Deliliğimi birazcık olsun azaltmak için. Duvarlar üstüme üstüme geliyor. Kendi cehennemine hapsolmuş biri gibiyim. Bana biçilen hiçbir rolü yerine getiremiyorum. İnsanlar sadece çıkarları olduğunda hatırlıyor beni. Keşke yanımda Grace olsaydı. En azından ona bir şey anlatınca bir şeyler hafifliyordu. Gerçi o da eskisi gibi değildi son buluşmamızda. İnsanlar uzun süre görüşmeyince farkında olmadan ilişkileri de değişiyor. Araya bir yabancılık giriyor ve bu her yerden kendini belli ediyor. Hani evdesindir, sebebini bilmediğin bir yerden soğukluk geliyordur ve sen sürekli üşüyorsundur ya biriyle uzun zaman sonra karşılaşıp konuşmak benim için aynı böyle oluyor. Grace ile aramız iyi şu an. Birkaç ay önce sorun vardı ama konuşup bir şekilde tatlıya bağladık. Nisbi dün mesaj atıp doğum günümü kutladı aylar sonra.

   En çok ne moralimi bozuyor biliyor musun? Kimse beni tam anlamıyla tanımıyor. Ben çevremdeki insanların neyden hoşlandığını, neye kızıp neye güldüğünü az çok biliyorum. Ama birisi de çıkıp bana böyle davranmadı. Ben herkesin ruh halini çözebiliyorken onlar benim için kılını bile kıpırdatmadı. Yine de Duru'nun samimiyeti bana güç veriyor. Akademiyi tekrar denemem konusunda hem o hem de Şahsenem ısrar ediyor ama akademi konusunda da hevesim kalmadı. O kadar derece yaptım, en yüksek notlar aldım elime ne geçti? Koca bir hiç. Hem de kocaman bir HİÇ! Gençliğim elimden alınmış gibi hissediyorum ne zaman bu aklıma gelse. En yüksek notları almayıver nolucak profesör mü oldun hani. Neden mükemmelliyetçi davrandım ki. Belki öyle davranmasaydım daha çok severdi insanlar beni. En azından bu kadar yabancılık çekmezlerdi bana karşı. Odamda derece aldığım kağıt duruyor ama orada öylece durmaktan başka bir halta yaramıyor. İşe girerken yardımcı oldu sadece. Böyle anlarda hayatımın koca bir hatadan ibaret sayıyorum.

   İstediğim bir hayatı yaşayamıyorum. Böyle devam ederse yaşamak nasip olmayacak zaten. En çok huzur bulamadan ölmek üzecek beni sanırım. Akşamları iş çıkışında eve giderken aklıma hep Ece Temelkuran'ın bir cümlesi geliyor: ''Bu dünya hep böyle kalacak. Sen hep böyle kalacaksın. Sen başka türlüsün..'' Derin bir iç çekip gökyüzüne bakıyorum. Hüzün hep orada. Hiç gitmiyor. Ve ben bu cehennemden kendimi kurtaramıyorum.
  

You Might Also Like

3 kişi benim de tuzum olsun dedi

  1. Evet kimilerine göre ilgisiz biri sayılabiliriz. Düşünceler farklılık gösterebiliyor. Ben artık olaylara farklı açılardan bakmayı bıraktım çünkü bu beni çok yormaya başladı. Sadece fazla düşünmemeye çalışıyorum şimdilerde. Kısmen de işe yarıyor sanki. Bence hayat tam da öyle. Bir şeylere mecbur bırakılıyoruz çünkü alternatif yok. Bu şekilde mücadele ederek yaşlanıyoruz. Siz de kendinize iyi bakın. Teşekkür ederim güzel dilekleriniz için.

    YanıtlaSil
  2. Biliyorum belki kızabilirsin bu dediğime ama sabır,herşeye sabır gerekiyor insan bi noktadan sonra sıkılıyo sabretmekten vazgeçmeyi düşünüyo,tükendiğini düşünyo,alışıyo bi zamandan sonra ama sende fark edeceksin güzel şeyler zamanla oluyor,ara ara yaşıyosun tadı kalıyo sürekli istiyosun,her ne olursa olsun vazgeçmemek gerekiyo,seni umursamayan insanlar sadece kendileri için önemli olan insanlara değer veriyolar,bundan bunu çıkar sende onlar sana ne kadar değer veriyosa o kadar değer ver onlara fazlasını değil,biliyorum istemediğin halde fazla değer verip güveniyosun,benimde elimde olmuyo,doğum günün kutlu olsun bu arada iyi ki varsın :) evet iyi ki varsın,neden varolduğunu düşünürken sadece senin aleyhine olan şeyleri değil sen olmasan olacak eksiklikleri düşün,Biliyorum biri bi pastanın üstüne mum dikmeyince,kutlamayınca önemsenmediğini hissediyo biraz,benimde doğum günüm bu aydı seninle aynı ayda doğmak çok güzel bence,bunu geçen senede söylemiştim galiba,iş yerine gelince anlattığın kadarıyla biliyorum sadece iş ortamını,ordaki insanlar sana negatif enerji yayabilir kendi negatif enerjilerini sana yaymalarına izin verme.Kendine iyi bak :)

    YanıtlaSil
  3. Seni uzun zamandır takip ediyorum. benim için çook uzun olan bir zamandır. Blogla tanışmama vesile olanlardansın. Sanırım yaklaşık(parmak hesabı yapıcam 1 sn) yedi yıl oldu. Bu süreçte yazılarını okurken neden bu kadar karamsar diye düşündüğüm de oldu. yazdığın öykülerden birinin yargılarımı darmaduman ettiği de. seninle sevindiğim de seninle üzüldüğüm de. Mezuna kaldığın zamanları hatırlıyorum. Ailenle yaşadıklarını. o zamanki sıkıntılarını da hayal meyal. mezuniyette sarhoş olduğunu hatırlıyorum. sinema festivali ile ilgili olan yazını anımsar gibiyim. çalışmaya ilk başladığın zamanları hatırlıyorum. arkadaşlarının bazılarını hatırlıyorum. duygularını hatırlıyorum. üniversitenin ilk günü blogun olduğunu söylemekten çekindiğini. ve bu yazıyı okurken de teyzenleri ve ananenle dedeni. okurken heyecanla yazılarının sonundaki bu da şarkımız olsunları beklediğimi. jelibonlu bir isim olayı da vardı galiba.
    Öyle ya da böyle bu blog dünyası insanların hayatına bir dakika da olsa dokunmamızı sağlıyor.Bunu bir zamanlar çok seviyordum.insanların yanlışlıkla da olsa hayatına dokunmak. birkaç saniye de olsa yazdıklarıma göz gezdirmeleri. ama şimdi insanların hayatına dokunmak çeşitli nedenlerle onlara yapılmış bir haksızlık gibi geliyor. Bu yüzden çok blog açtım kapattım.
    Amaan ne diyecektim konu nerelere geldi. bugün blogsözlükte takılırken doğum günün olduğunu gördüm. senelerdir, ara ara unutsam da, okumaya devam ettiğim sayılı bloggerlardansın. Mutlu ol. Ve geçmiş doğum günün kutlu olsun. aslında bunu mail atacaktım ama mail adresini bulamadım. o yüzden buraya yazdım. eğer cevap vermek istersen karasinek531@gmail.com a mail atarsan beni mutlu edersin.
    yazım yanlışları ve anlatım bozuklukları için özür dilerim. sevgileer vee saygılaar :)

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Subscribe

subscibe