Ruhun ölmüş senin
Pazar, Temmuz 07, 2019
Günlerdir bozulan moralimi toparlamaya çalışıyorum.
Bu aralar nedenini bilmediğim sıkıntı dolaşıyor etrafımda. Yaşadığım hayatı ve
çevremdeki insanları tanımaya çalışıyorum ama herkese karşı uzak olduğumu
hissediyorum. Kendimi olduğum gibi sevemediğim için yaşadığım hayatı da
sevemiyorum artık. Bir ara her şey yoluna girmişti aslında. Hayatı ve kafama
taktığım boktan düşünceleri o kadar umursamıyordum. Sonra bir yerden anksiyete
krizi gelince ipin ucu koptu bende. Uzun zamandır sakinleştirici içmediğim için
zor anlar yaşıyorum günlük hayatta. Sakinleştirici içmeyeceğime dair kendi
kendime söz vermiştim aslında ama çok acil anlarda kullanmak zorunda kalıyorum
çünkü beni içine çeken bu düşünce girdabından kurtulamıyorum.
Buraya
yazmadığım süre zarfında iyi ve kötü bir sürü olay geldi başıma. Ash sayesinde
yeni bir işe girdim. Askerden geldikten sonra hemen iş bulamadım biliyorsun. O
yüzden ailem beni bu konuda zorladı biraz. İşe girmeyi ben de istiyordum ama
bir türlü bulamıyordum. O kadar çok ilana başvurdum ki hangi birinden cevap
geleceğini bilmiyordum. Daha sonra Ash'in yeni işe başladığı yer beni mülakata
çağırdı. Biraz heyecanlıydım ama kontrollü bir şekilde görüşmeyi atlattım. O
gün Harry Potter konserine tek başıma gittim. Benim dışımdaki herkes
sevdikleriyle gelmişti. Eskiden bu durum canımı çok sıkıyordu şu an daha az
canımı sıkıyor. Tek başıma sürekli vakit geçirmek beni çok boğuyor. Sürekli bir
şeyler anlatmak, yeni yerleri keşfetmek, sevdiğim insanların yanında kendimi
aitmiş gibi hissetmek istiyorum ama olmuyor. Çünkü insanlar onların yanında
olmamı istemiyor. İstenmeyen, aranmayan, hatrı sorulmayan biri olarak yaşam çizgisinden silinip gideceğim için kızıyorum kendime çoğu zaman.
Hafta içi sürekli çalıştığım için genel olarak yorgun bitiriyorum günleri. Hem işe hem de alanımla alakalı eğitime gittiğim için nereye bölüneceğimi şaşırıyorum. Bunları ben istediğim için fazla şikayet etmiyorum aksine yeni şeyler ve yeni insanlar gördüğüm için seviniyorum. Bu da bir konfor alanının dışına çıkmaktır sonuçta. Şunu öğrendim: Hayatında bir şeyleri iyileştirmek, düzeltmek istiyorsan veya hayattan bir yenilik bekliyorsan konfor alanının dışına çıkmak gerekiyormuş. Oturduğun yerden hiçbir şey olmuyormuş. O yüzden dedim ki Vişne bir şeyler yapmalısın. Ne olursa olsun yapmalısın. Böylece bilmediğim sulara atlamanın verdiği tedirginlikle baş başa kaldım. Zamanla suya alıştım su bazen beni boğdu, bazen sinirden metroda ağladığım günler oldu ama hiç takılmadım.
O gün metro koridorlarında mutsuz şekilde yürürken
karşıma Derya Alabora çıktı. O anın şokuyla yanına gidip kendisini çok
sevdiğimi ve fotoğraf çektirmek istediğimi söyledim. İyi bir şekilde karşıladı
beni sağolsun. Daha sonra fotoğraf çektirip iyi dileklerle ayrıldık. Ben o sevinçle
konseri izledim. Özgüven problemimi aşmak için tanımadığım insanlardan konser
alanında fotoğraflarımı çekmelerini söyledim. Bok gibi çektiler fotoğrafımı.
Daha sonra oturduğum yerde defalarca poz verdim güzel fotoğraf çektirmek için. Bir
yandan gülümsemeye çalışıyorum ama olmuyor. Hem utanıyorum hem ne gerek var
bunlara diyorum. Bir yanım fecii şekilde üzgün ama fotoğrafta belli etmemeye
çalışıyorum. O fotoğraf benim en çok zorlanarak verdiğim pozlardan biriydi. İçim
kan ağlarken kameraya gülümsemek zorunda kalmıştım. Mutlu olmam gerekirken bir türlü kendimi mutlu olacağıma ikna edemiyordum. Benim için yalnızlığın en
koyu anlarından biriydi. Yer yarılsa içine seve seve girerdim o an utançtan.
Arkamdaki kız sürekli poz verdiğim için garip garip bana baktı hep. En mutlu
olacağım anda böyle enerjim birdenbire düşüyor. Galiba en kötü özelliğim bu.
Enerjimin çabuk düşmesini çok çabuk belli ediyorum. Benim için enerji inanılmaz
önemli bir şeydir. Eğer enerjik değilsem ya da karşımdaki enerjik değilse o
ortamdan pek keyif alamıyorum.
Eve orta şekerli bir moralle döndüm. Konseri dinlerken
epey keyif aldım benim için önemli olan buydu. Diğer şeyler görmezden
gelinebilirdi sonuçta her zaman yaşadığım şeylerdi. Birkaç gün sonra işe kabul
edildiğimin bilgisini verdiler bana. Evraklarımı teslim edip ertesi gün işe
başladım. Çalışma ortamları oldukça ilginç görünüyordu. Bir odada 5 erkekle
birlikte olmak her ne kadar zaman zaman beni sıksa da bir süre sonra alışıyor insan. Eski
çalıştığım yere göre koşulları çok daha iyi. Maaş konusunda da iyi olduklarını
söyleyebilirim. Çabuk alıştım ortama. İnsanlar başlangıçta yabancı ve aşina
olmadığım şekilde birbirlerine davranıyorlardı. O yüzden çok garipsemiştim
kendi aralarında yaptıkları konuşmaları. Bir ara Zeki Demirkubuz'un Yeraltı
filminin içindeymişim gibi hissettim. Daha sonra bu his geçti tabii. Ash
yanımda olduğu için şanslıydım bir bakıma. Yaptığım iş aynı olduğu için fazla
zorluk çekmedim. Sadece ortama alışma süreci biraz sancılıydı o kadar. Çalıştığım ortamda homofobik bir iş arkadaşım vardı. Kendisine bir gram bile samimiyet beslemedim. Hatta selamını bile almadım çoğu zaman. Bir ay geçtikten sonra işten çıkardılar. Hiç de üzülmedim açıkçası. Böyle bomboş, zihni leş, düşüncesiz, ahmak biri için hiçbir tepki vermiyorum. Tekrar görmeyeceğim için seviniyorum sadece. Çünkü onun varlığı bile huzursuz ediyordu beni. Yobaz birini daha def ettik hayatımızdan oley!
Geçen hafta Nikita ile birlikte Kadıköy'de tiyatroya
gittik. Tiyatroya gitmeden önce Miroğlu ve Tegan ile buluştum. Nikita sonradan
dahil oldu ortama. Yanlarında yarım saat kaldıktan sonra tiyatro oyununa
yetişmek için koştuk. Oyun beklediğim gibi güzel çıktı. Nikita aç olduğu için
kendini pek oyuna veremedi ama ben büyük bir iştahla izledim oyunu ve oyunun
bitiminde ayakta alkışladım sahnedekileri. Oyun biterken saat gece yarısına
yaklaşıyordu. Biz Kadife sokakta insanların ayakta içki içip doyasıya eğlendiği
bir ortamın içine bıraktık kendimizi. Benim gece hayatım hiç yoktur. Yani hem
yaşadığım yerdeki arkadaşlarım hem de ortamımda hiç böyle şeylere tanık
olmadığım için başlangıçta epey yabancılık çektim. Etrafımda yola oturmuş içki
içen insanları tanımaya çalışıyordum meraklı bakışlarla. Konfor alanımın dışına
çıkma gibi bir karar verdiğim için o gün böyle bir çılgınlık yapmıştım
kendimce. Gece hayatı çok tuhaf bir şeymiş. Heyecanı ve enerjisi iç içe geçmiş
sanki.
İçkilerimizi alıp sokağın kenarında
kuruyemişlerimizle birlikte ortamı inceledik. Ben ayakta içki içmeyi pek
sevmediğim için başlangıçta bu durum garip geldi. Kadıköy gece hayatı konusunda
epey iyi bir yer. Eğlence mekanlarının sayısının fazla olması büyük bir avantaj
bence ve İstanbul'un tadını onlar çıkarıyor diyebilirim. İmkanım olsaydı
Kadıköy'de yaşardım ama nerede bende o imkan anacım. Eğlence mekanına
girdiğimizde çalınan şarkıların bas sesleri kulaklarımızda yankılanıyordu. Neon
ışıkların ortamı süslediği bu karanlık, havasız, sigara kokan yere alışmaya
çalışıyorduk. Mekandaki çoğu insan halinden memnunmuş gibi çalan şarkıya eşlik
ediyordu dans ederek. Sevgililer ise daha da yakınlaşarak ortamın tadını
çıkarıyordu. Ben sadece eğlenmeye gittiğim için bunlara pek takılmadım ve dans
ettim doyasıya. Yarım saat içinde tişörtüm terden su içinde kaldı. Saat gece
yarısını çoktan geçmişti ve ben mekanda çalan şarkıya deliler gibi dans ederek
eşlik ediyordum. Arkadaşlarım da benim kadar eğleniyordu. Bütün bunlara çok
ihtiyacımın olduğunu fark ettim o an. Yaşamaya, anın tadını çıkarmaya, anda
olmaya çok ihtiyacım varmış meğer.
Saat dörde doğru mekandan çıkıp çorbacıya gittik.
Güzelce çorbamızı içtikten sonra Nikita'nın evine kalmaya gittik. Orada da koyu
sohbetlerimiz oldu. Balkonundan esen serin rüzgara aldırmadan gecenin analizini
yapıyorduk kendimizde. Nikita'nın bana güven duyması ve evine davet etmesi
nedense hoşuma gitmişti. Sabah kahvaltı yaptıktan sonra Kadıköy'e kahve içmeye
gittik. Tegan da sonradan geldi yanımıza. Birlikte epey konuştuk. Tegan'ın
morali biraz bozuktu onu analiz edip toparlamaya çalıştık kendimizce. Galiba
arkadaşlığına en çok güvendiğim insanlardan biri oldu Tegan. Onunla dertleşmek,
gülmek, yardımlaşmak öyle güzel ki bazen bu konuda şanslı olduğumu
hissediyorum. Daha sonra yanlarından ayrılıp eve geldim. Evde annemin asık
suratıyla karşılaştım. Annem mutlu olmamı, eğlenmemi istemiyordu genelde. Ne
zaman dışarı çıksam burnumdan getiriyor anlayacağın. Bu yüzden her seferinde
tartışıyoruz dışarı çıktığım günlerde. Bazı şeyleri kabullenemediği için hem
kendisini hem de beni yoruyor. Psikolojisi bozuk özgüveni düşük bir anneyle
yaşamak çok zor inan bana. Hem ona hem de kendime yetebilmek için çok
zorluyorum kendimi. Tek tek anlatıyorum yanlış şekilde düşündüğünü ama bir
türlü ikna olmuyor. Onu üzünce ben de kendime kızıyorum ama başka türlü
noktalanmıyor bu tartışmalar. Sonradan barışıyoruz tabii ama bu konuda bir
türlü kendini iyileştirmiyor. Babam bu konuda daha anlayışlı ve yapıcı birisi.
O yüzden pek sıkıntı yaşamıyorum onunla. Annem sadece çok fazla üzerime geldiği
için zaman zaman boğuluyorum bu durumdan. Ayrı bir eve çıkmak istiyorum hatta
ama doğru zamanı bekliyorum.
Hafta içi sürekli çalıştığım için genel olarak yorgun bitiriyorum günleri. Hem işe hem de alanımla alakalı eğitime gittiğim için nereye bölüneceğimi şaşırıyorum. Bunları ben istediğim için fazla şikayet etmiyorum aksine yeni şeyler ve yeni insanlar gördüğüm için seviniyorum. Bu da bir konfor alanının dışına çıkmaktır sonuçta. Şunu öğrendim: Hayatında bir şeyleri iyileştirmek, düzeltmek istiyorsan veya hayattan bir yenilik bekliyorsan konfor alanının dışına çıkmak gerekiyormuş. Oturduğun yerden hiçbir şey olmuyormuş. O yüzden dedim ki Vişne bir şeyler yapmalısın. Ne olursa olsun yapmalısın. Böylece bilmediğim sulara atlamanın verdiği tedirginlikle baş başa kaldım. Zamanla suya alıştım su bazen beni boğdu, bazen sinirden metroda ağladığım günler oldu ama hiç takılmadım.
Grace'in fotoğrafına bakarken nedense içimden hep
ağlamak geliyor. Onunla konuşmayalı neredeyse bir yıl olacak. En çok sevdiğim
insandan bu kadar ayrı kalmak üzüyor bazen beni. İstediği gibi birisi
olamadığım için o da benden ümidini kesti. İnsan neden karşısındakini bir türlü
olduğu gibi kabullenemiyor anlamıyorum. Ha göbeğim olmuş ha kaslı olmuşum ne
fark ediyor? Kafanın içi boş olduktan sonra ne anlamı var ki bunların?
İnsanların şekilciliği beni çok yoruyor. Ha ben de şekilci olabiliyorum zaman
zaman ama bunu bu kadar çok abartmıyorum. Hepimiz şekilciyiz çünkü bize o
şekilde düşünmeyi öğrettiler. Kaslı erkek yakışıklıdır, dolgun memeli kadınlar
güzeldir, 90-60-90 kadınla evlenilir gibi boş beleş fikirleri çabucak benimsedi
insanlar. Biz de bunlardan payımızı aldık kendimize göre elbette. Yine de bütün
bu şekilcilik beni çok yoruyor ciddi manada. Sırf bu yüzden sevgilimin
olmadığını düşünmeye başladım artık. Oysa kusur bende değil, kusur insanların
basmakalıp fikirlerinde. Hepsi bu.
Ash neden bu kadar yalnız olduğumu, neden bir türlü
sevgilimin olmadığını sorup duruyor. Çirkinliğim yüzünden hiçbir kadının
beğenisine hitap edemediğimi söyleyemiyorum elbette. Sevdiğim insanın elini
tutarak sahilde yürümeyi ben de istiyorum ama doğru anı yakalayamıyorum. Bu aşk
meşk olaylarında inanılmaz beceriksiz ve saf bir insanım. O yüzden dikiş
tutturamıyorum bir türlü. Küçükken yaşadığım travmaların etkisi bir türlü
geçmek bilmiyor. O yüzden kimseye açılamıyorum. Kimseye sevdiğimi söylemiyorum.
Sed bir keresinde soğuk yangın merdiveni boşluğunda konuşurken bana ''Bir daha
birinden hoşlandığını söylemek için geç kalma, zaman geç kalanları affetmiyor
Vişne'' demişti. Ben bu cümlesini günlerce düşünmüştüm. O dönem iş yerinden
hoşlandığım kıza bir türlü açılamamıştım ama ondan hoşlandığımı çok belli
ediyordum. Sürekli yanına gidip sohbet ediyordum. Onunla konuşmak nedense
hoşuma gidiyordu ama o iş de olmadı tabii. İnsanlar beni bu konuda çekici
bulmuyor bir türlü.
Aslında bu gönül meselelerine çok takılan birisi
değilim ama bu aralar bu meseleyi çok sorgular oldum. Redddedilme meselesini
tekrar gün yüzüne çıkarmamak için hiçbir şey olmamış gibi davranıyorum. Mesela
Nikita'ya ondan hoşlandığımı söylesem büyük ihtimalle reddedecek beni ve bir
daha belki de benimle buluşup bir şeyler yapmayacak ve ben bir arkadaş
kaybedeceğim. O yüzden bu riske girmeyip şimdilik yalnızlığın sığ sularında
boğulmamaya çalışıyorum ama çok zor. Elinden tutup seni yukarıya çekecek biri
olmayınca çok su yutuyorsun bu sularda.
Benim meselem daha çok var olma üzerine biraz da.
Yani çok şükür iyi bir yere işe girdim, sağlığım kısmen de olsa yerinde, annem
ve babam sağ ama bir türlü kendimi mutlu ya da huzurlu hissedemiyorum. Geçen
Cuma arkadaşlarımla bir şeyler yapmayı istedim ama kimse müsait değildi. O
yüzden canım çok sıkıldığı için alışverişe gittim. Bir sürü şey aldım ama
içimin sıkıntısı geçmedi. Kıyafet alışverişi yaptıktan sonra ''Niye aldım ki
bunları, kim görecek bu kıyafetleri? 5 tane erkek görse nolur görmese nolur''
gibi şeyler söyledim durmadan. Kendime giyim konusunda saygım olduğu için aldım
biraz da. Güzel şeyler giyince kendimi daha iyi hissediyorum. O yüzden
alışveriş yapmayı çok seviyorum. Alışveriş sırasında kendi kendime konuşmayı
daha çok seviyorum. Decatlon'dan ayakkabı alışveriş sırasında güvenlik
görevlisi tarafından hırsız damgası yedim ürün satın aldığım halde. Bu durum
canımı çok sıktığı için görevliyi şikayet ettim. Mağazanın girişindeki alarm
sistemleri bozuk olduğu için sürekli çalıyormuş, özür dilediler vs. Ben de bu durumun
derhal düzeltilmesi gerektiğini söyledim sakin ses tonuyla. Alışverişimi
yapmışım, fişim elimde, çıkışa doğru yürüyorum kapıdaki alarm çalıyor ama
güvenliğin gözleri benim gözümde. O kadar sinir oldum ki bütün keyfim kaçtı.
Hayatta en nefret ettiğim şeylerden birisi de bu tarz iftiralara maruz kalmak.
O yüzden şikayetçi oldum ve daha sonra özür dilediler ama pek ikna olmadım
açıkçası.
Her günüm aynı geçiyor ve bu durum canımı sıkıyor
çoğu zaman. Yaptığım iş aynı, yemekte konuştuğumuz şeyler aynı, evdeyken
geçirdiğim süre aynı olunca robot gibi hissediyorum kendimi. Nankör biri gibi
görünüyor olabilirim ama istediğim hayat böyle bir şey mi diye sorguluyorum
durmadan kendimi. İşsizken daha çok canım yanıyordu. Aslında mesele cüzdanının
dolu ya da boş olması değil, mesele senin ne kadar huzurlu ve kendinle barışık
olduğunla ilgili. Yaşadığın onca olumsuzluğa, baskıya rağmen ''Bugünler de
geçecek, atlatacağım'' dediğin zaman senden şanslısı yok. Bu biraz da bakış
açısıyla ilgili bir şey. Ben kendimle barışmaya çalışıyorum ama olmuyor.
Kendimi sevemiyorum hala. Aynadaki insan ben değilmişim gibi hissediyorum.
Aynaya bakınca bir enkazla karşı karşıya hissettiğim için aynalara pek
bakmamaya çalışıyorum artık.
Sorun, aksilik, mutsuzluk gibi şeyler hayatımızda
hep vardı ve hep var olacak bu yüzden bunlarla yaşamayı, bunlarla mücadele
etmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Bunlarla birlikte yaşayınca sorunlarla daha rahat
baş ediyorsun. Bu biraz tecrübe, olgunluk ve yaşla alakalı bence. Ben henüz o
olgunluğa erişmediğimi düşünüyorum. Sosyalleşmediğim her gün sanki hayatımı
boşa yaşıyormuş gibi hissediyorum. İnsanlar storylerinde çok mutlu görünüyor
oysa benim paylaşacak doğru düzgün mutlu anım bile yok. Arkadaş sayım az olduğu
içi fazla sosyalleşemiyorum. Tek başıma sürekli gezmekten de keyif almıyorum.
İnsanın yalnız kalması, kendisiyle baş başa kalması zaman zaman ilaç gibi
geliyor bu konuda hemfikirim ama bu sürekli bir hale gelince canım sıkılıyor.
Yaptığım bir sürü alışveriş eve gelince anlamını
yitiriyor çünkü bunlar yapay mutluluklar benim için. Kendimi oyalayıp duruyorum
anlayacağın. Hepimiz aslında kendimizi bir şekilde oyalıyoruz. Önemli olan bu
oyalanmalardan ne kadar keyif aldığımız. Güzel bir fotoğraf karesinin
içerisinde yer almıyor, güneşin batışını arkadaşlarla izlemiyorsam hayatı eksik
yaşıyormuş gibi hissediyorum. İş yerinden bir kız bana ''Seni uzaktan çok gıcık
biri sanıyordum halbuki çok tatlı bir insanmışsın'' dedi. Böyle önyargılar
yüzünden belki de çoğu insan benimle konuşmuyor. Dışarıdan bakıldığında soğuk
biri gibi görünüyor olabilirim ama enerjisini sevdiğim insanlarla sohbet etmeyi
seviyorum.
Anlamsız bir hayatın başrolünde olacağım hiç aklıma
gelmezdi gerçekten. Kitap -Dergi okuyorum, dizi - film izliyorum ama yine de
bütün bunlar bana yetmiyor. Çimlere oturup güneşin doğuşunu üşüyerek izlemek
istiyorum. Sahilde koşmak, sokaklarda dans etmek, dilediğim gibi gülmek, güzel
fotoğraflara sahip olmak istiyorum ama hiçbiri olmuyor. İçimdeki boşluk o kadar
derin ki ne eklersem ekleyeyim yeterli gelmiyor. Dün paşabahçe'den kendime ödül
niyetine kupa aldım. Kasa sırasında oğluna iyi davranan zengin anne - baba
görünce moralim bozuldu biraz. Ben de böyle bir şey hak ediyordum ama allah
nasip etmedi anne - baba sevgisiyle büyümeyi. O yüzden ne zaman bir yerlerde
böyle mutlu aile tablosu görsem bir tarafım hep imreniyor bu tabloya. Çocuk ne
kadar mutluydu, babası nasıl sevgiyle konuşuyordu görmen lazımdı. Ben bütün
bunlardan uzak olduğum için bu tablo karşısında ne hissedeceğimi şaşırdım
biraz. Çocuğun sevgiyle büyüdüğünden emin oldum en azından benim kadar acı
çekmeyecekti bu konuda.
Geçen gün iş çıkışı tiyatro bileti almak için
Biletix'e doğru giderken yolda Sevdicek ile karşılaştım. Hiç ummadığım anda
onunla karşılaşmayı ben de beklemiyordum. Ayaküstü birkaç dakika sohbet ettik.
Yakın konumlarda çalışıyormuşuz meğer. Diğer konuşmalarımıza nazaran daha sakin
geçti bu sohbetimiz. Ben tabii her zamanki gibi heyecanlandım konuşurken.
Halbuki niye heyecanlanıyorsun karşındaki de insan sonuçta ama o an öyle
düşünmüyorsun işte. Onunla karşılaşmak beni eskisi kadar heyecanlandırmadı
aslında. Ona karşı hislerimin eskisi gibi olmadığını fark ettim. Sevgi
dediğimiz şey eskir mi onu da bilmiyorum artık. Keşke bize şans verseydi ama o
bunu görmezden gelmeyi tercih etti. Ben de kabullenmeyi seçtim napim. Kimsenin
peşinden koşacak gücü ve gururu bulamıyorum kendimde. Olmuyorsa olmuyo yani
napabilirim.
Hayattan ne istediğimi tam olarak bilmiyorum. Hayatı
doğru düzgün yaşamayı, kalabalık ortamlara karışmayı bilmiyorum galiba. Bu
cahilliğim beni mahvediyor. Kaliteli zaman geçirmeyi bilmediğim için kendime
çok kızıyorum. Sevdiğim insanla yan yana yürümüşüz de birbirimizden haberimiz
yokmuş gibi hissetmek çok yoruyor bazen. Kimseyi beni sevmesi için
zorlamıyorum. Sabahları işe geç kalmamaya çalışıyorum, işimi düzgün yapmaya
çalışıyorum, langırt oynayıp stres atıyorum, Ash ile yemek yiyorum, ter kokan
kalabalık toplu taşıma araçlarında istediğim hayatın bu olup olmadığını
sorguluyorum, eve gelip yemek yiyorum, kitap okuduktan sonra zamanın çoktan su
gibi akıp geçtiğini fark ediyorum ve uyuyorum. Evet, her günüm böyle geçiyor.
Çok sıkılıyorum bu durumdan. Daha farklı, daha güzel, daha heyecanlı
yaşayabilirdim ama nasıl? İnsanlarla aramda kocaman duvarlar olduğunu ve bu
duvarları bir türlü yıkamadığımı hissediyorum. Hala insanların dünyasına çok
uzak olduğumu, hiçbir puzzle'a uymayan bir puzzle parçası olduğumu,
ötekileştiğimi ve topluma karşı tamamen yabancılaştığımı hissediyorum. Bu
durumun farkında olmak kadar can sıkıcı bir şey yok. Kime derdini anlatacaksın?
Karşındaki seni umursamıyor ki, o sadece telefonuna boş boş bakmayı biliyor. Ruhumun yavaş yavaş öldüğünü hissediyorum. Hiçbir şey beni tatmin etmemeye başladı artık. Çünkü içim boş benim içim...
Bu da şarkımız olsun
2 kişi benim de tuzum olsun dedi
Neden böyle bilmiyorum ama neye sahip olursak olalım mutsuzluğumuz geçmiyor.. hani demişsin ya işe girdim, sağlığım yerinde, sevdiklerim hayatta ama mutsuzum. Hepimiz neden böyleyiz gerçekten bilmiyorum. Hep daha fazla bişeyler istiyoruz ama ne istediğimizi de çözemiyoruz. Belki çözebilsek onu elde etmeye çalışırız. Ama olmuyor. Neye sahip olursam olayım başka bir hedef daha koyarken buluyorum kendimi. Sanki sürekli yeni hedefleri gerçekleştirmezsem mutlu olamazmışım gibi, yeterli olmayacakmış gibi geliyor..
YanıtlaSilGaliba hep daha fazlasını istiyoruz Moira sebebi o. Bide sürekli başkalarının hayatlarını kendimizle kıyasladığımızda sonuç genelde bizi mutsuz ettiğinde böyle daha fazlasını isteyen düşüncelerle yalnız kalıyoruz. Ben de inan çözemiyorum bu durumu. Keşke bu yetersizlik hissinden kurtulabilsek bir an önce
Sil