Ruhun ölmüş senin

Pazar, Temmuz 07, 2019

Günlerdir bozulan moralimi toparlamaya çalışıyorum. Bu aralar nedenini bilmediğim sıkıntı dolaşıyor etrafımda. Yaşadığım hayatı ve çevremdeki insanları tanımaya çalışıyorum ama herkese karşı uzak olduğumu hissediyorum. Kendimi olduğum gibi sevemediğim için yaşadığım hayatı da sevemiyorum artık. Bir ara her şey yoluna girmişti aslında. Hayatı ve kafama taktığım boktan düşünceleri o kadar umursamıyordum. Sonra bir yerden anksiyete krizi gelince ipin ucu koptu bende. Uzun zamandır sakinleştirici içmediğim için zor anlar yaşıyorum günlük hayatta. Sakinleştirici içmeyeceğime dair kendi kendime söz vermiştim aslında ama çok acil anlarda kullanmak zorunda kalıyorum çünkü beni içine çeken bu düşünce girdabından kurtulamıyorum.

  Buraya yazmadığım süre zarfında iyi ve kötü bir sürü olay geldi başıma. Ash sayesinde yeni bir işe girdim. Askerden geldikten sonra hemen iş bulamadım biliyorsun. O yüzden ailem beni bu konuda zorladı biraz. İşe girmeyi ben de istiyordum ama bir türlü bulamıyordum. O kadar çok ilana başvurdum ki hangi birinden cevap geleceğini bilmiyordum. Daha sonra Ash'in yeni işe başladığı yer beni mülakata çağırdı. Biraz heyecanlıydım ama kontrollü bir şekilde görüşmeyi atlattım. O gün Harry Potter konserine tek başıma gittim. Benim dışımdaki herkes sevdikleriyle gelmişti. Eskiden bu durum canımı çok sıkıyordu şu an daha az canımı sıkıyor. Tek başıma sürekli vakit geçirmek beni çok boğuyor. Sürekli bir şeyler anlatmak, yeni yerleri keşfetmek, sevdiğim insanların yanında kendimi aitmiş gibi hissetmek istiyorum ama olmuyor. Çünkü insanlar onların yanında olmamı istemiyor. İstenmeyen, aranmayan, hatrı sorulmayan biri olarak yaşam çizgisinden silinip gideceğim için kızıyorum kendime çoğu zaman.

O gün metro koridorlarında mutsuz şekilde yürürken karşıma Derya Alabora çıktı. O anın şokuyla yanına gidip kendisini çok sevdiğimi ve fotoğraf çektirmek istediğimi söyledim. İyi bir şekilde karşıladı beni sağolsun. Daha sonra fotoğraf çektirip iyi dileklerle ayrıldık. Ben o sevinçle konseri izledim. Özgüven problemimi aşmak için tanımadığım insanlardan konser alanında fotoğraflarımı çekmelerini söyledim. Bok gibi çektiler fotoğrafımı. Daha sonra oturduğum yerde defalarca poz verdim güzel fotoğraf çektirmek için. Bir yandan gülümsemeye çalışıyorum ama olmuyor. Hem utanıyorum hem ne gerek var bunlara diyorum. Bir yanım fecii şekilde üzgün ama fotoğrafta belli etmemeye çalışıyorum. O fotoğraf benim en çok zorlanarak verdiğim pozlardan biriydi. İçim kan ağlarken kameraya gülümsemek zorunda kalmıştım. Mutlu olmam gerekirken bir türlü kendimi mutlu olacağıma ikna edemiyordum. Benim için yalnızlığın en koyu anlarından biriydi. Yer yarılsa içine seve seve girerdim o an utançtan. Arkamdaki kız sürekli poz verdiğim için garip garip bana baktı hep. En mutlu olacağım anda böyle enerjim birdenbire düşüyor. Galiba en kötü özelliğim bu. Enerjimin çabuk düşmesini çok çabuk belli ediyorum. Benim için enerji inanılmaz önemli bir şeydir. Eğer enerjik değilsem ya da karşımdaki enerjik değilse o ortamdan pek keyif alamıyorum.

Eve orta şekerli bir moralle döndüm. Konseri dinlerken epey keyif aldım benim için önemli olan buydu. Diğer şeyler görmezden gelinebilirdi sonuçta her zaman yaşadığım şeylerdi. Birkaç gün sonra işe kabul edildiğimin bilgisini verdiler bana. Evraklarımı teslim edip ertesi gün işe başladım. Çalışma ortamları oldukça ilginç görünüyordu. Bir odada 5 erkekle birlikte olmak her ne kadar zaman zaman beni sıksa da  bir süre sonra alışıyor insan. Eski çalıştığım yere göre koşulları çok daha iyi. Maaş konusunda da iyi olduklarını söyleyebilirim. Çabuk alıştım ortama. İnsanlar başlangıçta yabancı ve aşina olmadığım şekilde birbirlerine davranıyorlardı. O yüzden çok garipsemiştim kendi aralarında yaptıkları konuşmaları. Bir ara Zeki Demirkubuz'un Yeraltı filminin içindeymişim gibi hissettim. Daha sonra bu his geçti tabii. Ash yanımda olduğu için şanslıydım bir bakıma. Yaptığım iş aynı olduğu için fazla zorluk çekmedim. Sadece ortama alışma süreci biraz sancılıydı o kadar. Çalıştığım ortamda homofobik bir iş arkadaşım vardı. Kendisine bir gram bile samimiyet beslemedim. Hatta selamını bile almadım çoğu zaman. Bir ay geçtikten sonra işten çıkardılar. Hiç de üzülmedim açıkçası. Böyle bomboş, zihni leş, düşüncesiz, ahmak biri için hiçbir tepki vermiyorum. Tekrar görmeyeceğim için seviniyorum sadece. Çünkü onun varlığı bile huzursuz ediyordu beni. Yobaz birini daha def ettik hayatımızdan oley!

Geçen hafta Nikita ile birlikte Kadıköy'de tiyatroya gittik. Tiyatroya gitmeden önce Miroğlu ve Tegan ile buluştum. Nikita sonradan dahil oldu ortama. Yanlarında yarım saat kaldıktan sonra tiyatro oyununa yetişmek için koştuk. Oyun beklediğim gibi güzel çıktı. Nikita aç olduğu için kendini pek oyuna veremedi ama ben büyük bir iştahla izledim oyunu ve oyunun bitiminde ayakta alkışladım sahnedekileri. Oyun biterken saat gece yarısına yaklaşıyordu. Biz Kadife sokakta insanların ayakta içki içip doyasıya eğlendiği bir ortamın içine bıraktık kendimizi. Benim gece hayatım hiç yoktur. Yani hem yaşadığım yerdeki arkadaşlarım hem de ortamımda hiç böyle şeylere tanık olmadığım için başlangıçta epey yabancılık çektim. Etrafımda yola oturmuş içki içen insanları tanımaya çalışıyordum meraklı bakışlarla. Konfor alanımın dışına çıkma gibi bir karar verdiğim için o gün böyle bir çılgınlık yapmıştım kendimce. Gece hayatı çok tuhaf bir şeymiş. Heyecanı ve enerjisi iç içe geçmiş sanki.

İçkilerimizi alıp sokağın kenarında kuruyemişlerimizle birlikte ortamı inceledik. Ben ayakta içki içmeyi pek sevmediğim için başlangıçta bu durum garip geldi. Kadıköy gece hayatı konusunda epey iyi bir yer. Eğlence mekanlarının sayısının fazla olması büyük bir avantaj bence ve İstanbul'un tadını onlar çıkarıyor diyebilirim. İmkanım olsaydı Kadıköy'de yaşardım ama nerede bende o imkan anacım. Eğlence mekanına girdiğimizde çalınan şarkıların bas sesleri kulaklarımızda yankılanıyordu. Neon ışıkların ortamı süslediği bu karanlık, havasız, sigara kokan yere alışmaya çalışıyorduk. Mekandaki çoğu insan halinden memnunmuş gibi çalan şarkıya eşlik ediyordu dans ederek. Sevgililer ise daha da yakınlaşarak ortamın tadını çıkarıyordu. Ben sadece eğlenmeye gittiğim için bunlara pek takılmadım ve dans ettim doyasıya. Yarım saat içinde tişörtüm terden su içinde kaldı. Saat gece yarısını çoktan geçmişti ve ben mekanda çalan şarkıya deliler gibi dans ederek eşlik ediyordum. Arkadaşlarım da benim kadar eğleniyordu. Bütün bunlara çok ihtiyacımın olduğunu fark ettim o an. Yaşamaya, anın tadını çıkarmaya, anda olmaya çok ihtiyacım varmış meğer.

Saat dörde doğru mekandan çıkıp çorbacıya gittik. Güzelce çorbamızı içtikten sonra Nikita'nın evine kalmaya gittik. Orada da koyu sohbetlerimiz oldu. Balkonundan esen serin rüzgara aldırmadan gecenin analizini yapıyorduk kendimizde. Nikita'nın bana güven duyması ve evine davet etmesi nedense hoşuma gitmişti. Sabah kahvaltı yaptıktan sonra Kadıköy'e kahve içmeye gittik. Tegan da sonradan geldi yanımıza. Birlikte epey konuştuk. Tegan'ın morali biraz bozuktu onu analiz edip toparlamaya çalıştık kendimizce. Galiba arkadaşlığına en çok güvendiğim insanlardan biri oldu Tegan. Onunla dertleşmek, gülmek, yardımlaşmak öyle güzel ki bazen bu konuda şanslı olduğumu hissediyorum. Daha sonra yanlarından ayrılıp eve geldim. Evde annemin asık suratıyla karşılaştım. Annem mutlu olmamı, eğlenmemi istemiyordu genelde. Ne zaman dışarı çıksam burnumdan getiriyor anlayacağın. Bu yüzden her seferinde tartışıyoruz dışarı çıktığım günlerde. Bazı şeyleri kabullenemediği için hem kendisini hem de beni yoruyor. Psikolojisi bozuk özgüveni düşük bir anneyle yaşamak çok zor inan bana. Hem ona hem de kendime yetebilmek için çok zorluyorum kendimi. Tek tek anlatıyorum yanlış şekilde düşündüğünü ama bir türlü ikna olmuyor. Onu üzünce ben de kendime kızıyorum ama başka türlü noktalanmıyor bu tartışmalar. Sonradan barışıyoruz tabii ama bu konuda bir türlü kendini iyileştirmiyor. Babam bu konuda daha anlayışlı ve yapıcı birisi. O yüzden pek sıkıntı yaşamıyorum onunla. Annem sadece çok fazla üzerime geldiği için zaman zaman boğuluyorum bu durumdan. Ayrı bir eve çıkmak istiyorum hatta ama doğru zamanı bekliyorum.


Hafta içi sürekli çalıştığım için genel olarak yorgun bitiriyorum günleri. Hem işe hem de alanımla alakalı eğitime gittiğim için nereye bölüneceğimi şaşırıyorum. Bunları ben istediğim için fazla şikayet etmiyorum aksine yeni şeyler ve yeni insanlar gördüğüm için seviniyorum. Bu da bir konfor alanının dışına çıkmaktır sonuçta. Şunu öğrendim: Hayatında bir şeyleri iyileştirmek, düzeltmek istiyorsan veya hayattan bir yenilik bekliyorsan konfor alanının dışına çıkmak gerekiyormuş. Oturduğun yerden hiçbir şey olmuyormuş. O yüzden dedim ki Vişne bir şeyler yapmalısın. Ne olursa olsun yapmalısın. Böylece bilmediğim sulara atlamanın verdiği tedirginlikle baş başa kaldım. Zamanla suya alıştım su bazen beni boğdu, bazen sinirden metroda ağladığım günler oldu ama hiç takılmadım.

Grace'in fotoğrafına bakarken nedense içimden hep ağlamak geliyor. Onunla konuşmayalı neredeyse bir yıl olacak. En çok sevdiğim insandan bu kadar ayrı kalmak üzüyor bazen beni. İstediği gibi birisi olamadığım için o da benden ümidini kesti. İnsan neden karşısındakini bir türlü olduğu gibi kabullenemiyor anlamıyorum. Ha göbeğim olmuş ha kaslı olmuşum ne fark ediyor? Kafanın içi boş olduktan sonra ne anlamı var ki bunların? İnsanların şekilciliği beni çok yoruyor. Ha ben de şekilci olabiliyorum zaman zaman ama bunu bu kadar çok abartmıyorum. Hepimiz şekilciyiz çünkü bize o şekilde düşünmeyi öğrettiler. Kaslı erkek yakışıklıdır, dolgun memeli kadınlar güzeldir, 90-60-90 kadınla evlenilir gibi boş beleş fikirleri çabucak benimsedi insanlar. Biz de bunlardan payımızı aldık kendimize göre elbette. Yine de bütün bu şekilcilik beni çok yoruyor ciddi manada. Sırf bu yüzden sevgilimin olmadığını düşünmeye başladım artık. Oysa kusur bende değil, kusur insanların basmakalıp fikirlerinde. Hepsi bu.

Ash neden bu kadar yalnız olduğumu, neden bir türlü sevgilimin olmadığını sorup duruyor. Çirkinliğim yüzünden hiçbir kadının beğenisine hitap edemediğimi söyleyemiyorum elbette. Sevdiğim insanın elini tutarak sahilde yürümeyi ben de istiyorum ama doğru anı yakalayamıyorum. Bu aşk meşk olaylarında inanılmaz beceriksiz ve saf bir insanım. O yüzden dikiş tutturamıyorum bir türlü. Küçükken yaşadığım travmaların etkisi bir türlü geçmek bilmiyor. O yüzden kimseye açılamıyorum. Kimseye sevdiğimi söylemiyorum. Sed bir keresinde soğuk yangın merdiveni boşluğunda konuşurken bana ''Bir daha birinden hoşlandığını söylemek için geç kalma, zaman geç kalanları affetmiyor Vişne'' demişti. Ben bu cümlesini günlerce düşünmüştüm. O dönem iş yerinden hoşlandığım kıza bir türlü açılamamıştım ama ondan hoşlandığımı çok belli ediyordum. Sürekli yanına gidip sohbet ediyordum. Onunla konuşmak nedense hoşuma gidiyordu ama o iş de olmadı tabii. İnsanlar beni bu konuda çekici bulmuyor bir türlü.

Aslında bu gönül meselelerine çok takılan birisi değilim ama bu aralar bu meseleyi çok sorgular oldum. Redddedilme meselesini tekrar gün yüzüne çıkarmamak için hiçbir şey olmamış gibi davranıyorum. Mesela Nikita'ya ondan hoşlandığımı söylesem büyük ihtimalle reddedecek beni ve bir daha belki de benimle buluşup bir şeyler yapmayacak ve ben bir arkadaş kaybedeceğim. O yüzden bu riske girmeyip şimdilik yalnızlığın sığ sularında boğulmamaya çalışıyorum ama çok zor. Elinden tutup seni yukarıya çekecek biri olmayınca çok su yutuyorsun bu sularda.

Benim meselem daha çok var olma üzerine biraz da. Yani çok şükür iyi bir yere işe girdim, sağlığım kısmen de olsa yerinde, annem ve babam sağ ama bir türlü kendimi mutlu ya da huzurlu hissedemiyorum. Geçen Cuma arkadaşlarımla bir şeyler yapmayı istedim ama kimse müsait değildi. O yüzden canım çok sıkıldığı için alışverişe gittim. Bir sürü şey aldım ama içimin sıkıntısı geçmedi. Kıyafet alışverişi yaptıktan sonra ''Niye aldım ki bunları, kim görecek bu kıyafetleri? 5 tane erkek görse nolur görmese nolur'' gibi şeyler söyledim durmadan. Kendime giyim konusunda saygım olduğu için aldım biraz da. Güzel şeyler giyince kendimi daha iyi hissediyorum. O yüzden alışveriş yapmayı çok seviyorum. Alışveriş sırasında kendi kendime konuşmayı daha çok seviyorum. Decatlon'dan ayakkabı alışveriş sırasında güvenlik görevlisi tarafından hırsız damgası yedim ürün satın aldığım halde. Bu durum canımı çok sıktığı için görevliyi şikayet ettim. Mağazanın girişindeki alarm sistemleri bozuk olduğu için sürekli çalıyormuş, özür dilediler vs. Ben de bu durumun derhal düzeltilmesi gerektiğini söyledim sakin ses tonuyla. Alışverişimi yapmışım, fişim elimde, çıkışa doğru yürüyorum kapıdaki alarm çalıyor ama güvenliğin gözleri benim gözümde. O kadar sinir oldum ki bütün keyfim kaçtı. Hayatta en nefret ettiğim şeylerden birisi de bu tarz iftiralara maruz kalmak. O yüzden şikayetçi oldum ve daha sonra özür dilediler ama pek ikna olmadım açıkçası.

Her günüm aynı geçiyor ve bu durum canımı sıkıyor çoğu zaman. Yaptığım iş aynı, yemekte konuştuğumuz şeyler aynı, evdeyken geçirdiğim süre aynı olunca robot gibi hissediyorum kendimi. Nankör biri gibi görünüyor olabilirim ama istediğim hayat böyle bir şey mi diye sorguluyorum durmadan kendimi. İşsizken daha çok canım yanıyordu. Aslında mesele cüzdanının dolu ya da boş olması değil, mesele senin ne kadar huzurlu ve kendinle barışık olduğunla ilgili. Yaşadığın onca olumsuzluğa, baskıya rağmen ''Bugünler de geçecek, atlatacağım'' dediğin zaman senden şanslısı yok. Bu biraz da bakış açısıyla ilgili bir şey. Ben kendimle barışmaya çalışıyorum ama olmuyor. Kendimi sevemiyorum hala. Aynadaki insan ben değilmişim gibi hissediyorum. Aynaya bakınca bir enkazla karşı karşıya hissettiğim için aynalara pek bakmamaya çalışıyorum artık.

Sorun, aksilik, mutsuzluk gibi şeyler hayatımızda hep vardı ve hep var olacak bu yüzden bunlarla yaşamayı, bunlarla mücadele etmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Bunlarla birlikte yaşayınca sorunlarla daha rahat baş ediyorsun. Bu biraz tecrübe, olgunluk ve yaşla alakalı bence. Ben henüz o olgunluğa erişmediğimi düşünüyorum. Sosyalleşmediğim her gün sanki hayatımı boşa yaşıyormuş gibi hissediyorum. İnsanlar storylerinde çok mutlu görünüyor oysa benim paylaşacak doğru düzgün mutlu anım bile yok. Arkadaş sayım az olduğu içi fazla sosyalleşemiyorum. Tek başıma sürekli gezmekten de keyif almıyorum. İnsanın yalnız kalması, kendisiyle baş başa kalması zaman zaman ilaç gibi geliyor bu konuda hemfikirim ama bu sürekli bir hale gelince canım sıkılıyor.

Yaptığım bir sürü alışveriş eve gelince anlamını yitiriyor çünkü bunlar yapay mutluluklar benim için. Kendimi oyalayıp duruyorum anlayacağın. Hepimiz aslında kendimizi bir şekilde oyalıyoruz. Önemli olan bu oyalanmalardan ne kadar keyif aldığımız. Güzel bir fotoğraf karesinin içerisinde yer almıyor, güneşin batışını arkadaşlarla izlemiyorsam hayatı eksik yaşıyormuş gibi hissediyorum. İş yerinden bir kız bana ''Seni uzaktan çok gıcık biri sanıyordum halbuki çok tatlı bir insanmışsın'' dedi. Böyle önyargılar yüzünden belki de çoğu insan benimle konuşmuyor. Dışarıdan bakıldığında soğuk biri gibi görünüyor olabilirim ama enerjisini sevdiğim insanlarla sohbet etmeyi seviyorum.

Anlamsız bir hayatın başrolünde olacağım hiç aklıma gelmezdi gerçekten. Kitap -Dergi okuyorum, dizi - film izliyorum ama yine de bütün bunlar bana yetmiyor. Çimlere oturup güneşin doğuşunu üşüyerek izlemek istiyorum. Sahilde koşmak, sokaklarda dans etmek, dilediğim gibi gülmek, güzel fotoğraflara sahip olmak istiyorum ama hiçbiri olmuyor. İçimdeki boşluk o kadar derin ki ne eklersem ekleyeyim yeterli gelmiyor. Dün paşabahçe'den kendime ödül niyetine kupa aldım. Kasa sırasında oğluna iyi davranan zengin anne - baba görünce moralim bozuldu biraz. Ben de böyle bir şey hak ediyordum ama allah nasip etmedi anne - baba sevgisiyle büyümeyi. O yüzden ne zaman bir yerlerde böyle mutlu aile tablosu görsem bir tarafım hep imreniyor bu tabloya. Çocuk ne kadar mutluydu, babası nasıl sevgiyle konuşuyordu görmen lazımdı. Ben bütün bunlardan uzak olduğum için bu tablo karşısında ne hissedeceğimi şaşırdım biraz. Çocuğun sevgiyle büyüdüğünden emin oldum en azından benim kadar acı çekmeyecekti bu konuda.

Geçen gün iş çıkışı tiyatro bileti almak için Biletix'e doğru giderken yolda Sevdicek ile karşılaştım. Hiç ummadığım anda onunla karşılaşmayı ben de beklemiyordum. Ayaküstü birkaç dakika sohbet ettik. Yakın konumlarda çalışıyormuşuz meğer. Diğer konuşmalarımıza nazaran daha sakin geçti bu sohbetimiz. Ben tabii her zamanki gibi heyecanlandım konuşurken. Halbuki niye heyecanlanıyorsun karşındaki de insan sonuçta ama o an öyle düşünmüyorsun işte. Onunla karşılaşmak beni eskisi kadar heyecanlandırmadı aslında. Ona karşı hislerimin eskisi gibi olmadığını fark ettim. Sevgi dediğimiz şey eskir mi onu da bilmiyorum artık. Keşke bize şans verseydi ama o bunu görmezden gelmeyi tercih etti. Ben de kabullenmeyi seçtim napim. Kimsenin peşinden koşacak gücü ve gururu bulamıyorum kendimde. Olmuyorsa olmuyo yani napabilirim.

Hayattan ne istediğimi tam olarak bilmiyorum. Hayatı doğru düzgün yaşamayı, kalabalık ortamlara karışmayı bilmiyorum galiba. Bu cahilliğim beni mahvediyor. Kaliteli zaman geçirmeyi bilmediğim için kendime çok kızıyorum. Sevdiğim insanla yan yana yürümüşüz de birbirimizden haberimiz yokmuş gibi hissetmek çok yoruyor bazen. Kimseyi beni sevmesi için zorlamıyorum. Sabahları işe geç kalmamaya çalışıyorum, işimi düzgün yapmaya çalışıyorum, langırt oynayıp stres atıyorum, Ash ile yemek yiyorum, ter kokan kalabalık toplu taşıma araçlarında istediğim hayatın bu olup olmadığını sorguluyorum, eve gelip yemek yiyorum, kitap okuduktan sonra zamanın çoktan su gibi akıp geçtiğini fark ediyorum ve uyuyorum. Evet, her günüm böyle geçiyor. Çok sıkılıyorum bu durumdan. Daha farklı, daha güzel, daha heyecanlı yaşayabilirdim ama nasıl? İnsanlarla aramda kocaman duvarlar olduğunu ve bu duvarları bir türlü yıkamadığımı hissediyorum. Hala insanların dünyasına çok uzak olduğumu, hiçbir puzzle'a uymayan bir puzzle parçası olduğumu, ötekileştiğimi ve topluma karşı tamamen yabancılaştığımı hissediyorum. Bu durumun farkında olmak kadar can sıkıcı bir şey yok. Kime derdini anlatacaksın? Karşındaki seni umursamıyor ki, o sadece telefonuna boş boş bakmayı biliyor. Ruhumun yavaş yavaş öldüğünü hissediyorum. Hiçbir şey beni tatmin etmemeye başladı artık. Çünkü içim boş benim içim...



You Might Also Like

2 kişi benim de tuzum olsun dedi

  1. Neden böyle bilmiyorum ama neye sahip olursak olalım mutsuzluğumuz geçmiyor.. hani demişsin ya işe girdim, sağlığım yerinde, sevdiklerim hayatta ama mutsuzum. Hepimiz neden böyleyiz gerçekten bilmiyorum. Hep daha fazla bişeyler istiyoruz ama ne istediğimizi de çözemiyoruz. Belki çözebilsek onu elde etmeye çalışırız. Ama olmuyor. Neye sahip olursam olayım başka bir hedef daha koyarken buluyorum kendimi. Sanki sürekli yeni hedefleri gerçekleştirmezsem mutlu olamazmışım gibi, yeterli olmayacakmış gibi geliyor..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Galiba hep daha fazlasını istiyoruz Moira sebebi o. Bide sürekli başkalarının hayatlarını kendimizle kıyasladığımızda sonuç genelde bizi mutsuz ettiğinde böyle daha fazlasını isteyen düşüncelerle yalnız kalıyoruz. Ben de inan çözemiyorum bu durumu. Keşke bu yetersizlik hissinden kurtulabilsek bir an önce

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Subscribe

subscibe