Sonunda hicranı öğrettin bana, ben sana sevmeyi öğretemedim

Cumartesi, Kasım 23, 2019

   Mental anlamda korkunç günler yaşıyorum. Sabahları uyanmak fazlasıyla zor geldiği için bazı geceler ölüme yatar gibi uyuyorum ama sabah bir bakıyorum kabus tekrar başlıyor. Bu aralar yaşam nedense gözüme çok boş ve yavan geliyor. Her şey o kadar sıradan, yapay ve sahte ki bütün bunlara tahammül edemiyorum. Konuşacak kimseyi bulamadığım için yine buraya geldim. Aslında bir daha blog yazısı yazmayı düşünmüyordum çünkü yazmak beni daha çok üzmeye başladı şu sıralar. Çünkü hiçbir anlamı yok, inan yok. Buraya gelip üzüldüğüm şeyleri yazıyorum, sonra hiçbir şey olmamış gibi bana biçilen kaderi yaşamaya devam ediyorum duvarlara baka baka. Depresyonumun en ağır dönemindeyim sanırım. 2019 yılı beni tam anlamıyla mahvetti. O kadar kötü bir sene ki tek bir gününden bile doğru düzgün keyif alamadım. Her şeyim yarım kalmış gibi hissettirdi bana bu sene. Heveslerim tabii ki kursağımda kaldı. Acaba ne zaman heveslerimi gerçekleştirdikten sonra yüzümde kaybolmayan bir gülümseme belirecek çok merak ediyorum. Bu gidişle o günleri de göremeyeceğim. 

Minik ile başımızdan çok olaylar geçti. Hangi birini anlatacağım inan bilmiyorum sana. Bu benim inandığım masallardan biriymiş dün bunu anladım. Evren bana bunu gösterdi. Şunu öğrendim: Evren sana hiçbir şey söylemez, sadece gösterir. Ondan anlam çıkaracak olan senmişsin. O yüzden dün çok fena bir gerçeklik tokadı yiyip eve mutsuz şekilde gittim. Bana sorarsan mutsuzluk ya da üzüntü bir tercih değil. Ben buna maruz bırakıldığım için böyle hissediyorum. Güzel bir şey yaşanınca seviniyorum ama bunun etkisi kısa sürüyor. Kötü bir şey yaşayınca etkisi daha kalıcı oluyor ne yazık ki. Bunu değiştiremiyorum. Daha az etkilenmeye veya auramı temiz tutmaya çalışıyorum ama benim içim kapkaranlık ne yazık ki. Ne yaparsam yapayım tünelin sonundaki o aydınlığı göremiyorum. 

Minik'i artık eskisi kadar sevmiyorum. Dün gözümden o kadar düştü ki galerimdeki fotoğraflarının yarısını sildim. Ona bakmak bile gelmiyor içimden. Oysa metroda bazen ekranda beliren fotoğrafını parmaklarımla severdim. Şimdiyse ekranın yüzüne bile bakmıyorum. Dünden anlatmaya başlayayım o zaman. Şimdiden söylüyorum bu oldukça iç karartıcı ve uzun bir yazı olacak.

Dün Minik ile iş çıkışı her zaman gittiğimiz cafede buluştuk. Her gün mesajlaştığımız için gün içerisinde ona bir sürprizimin olduğunu söylemiştim. İş çıkışı büyük hevesle çiçekçiye gittim. Tezgahta onun sevdiği çiçekten alacaktım ama mevsimi değilmiş. Bu yüzden papatyalardan oluşan güzel bir çiçek hazırlattım ve işten çıkan yorgun kalabalığın arasına karıştım. İnsanlar elimde çiçekle bakıyordu durmadan. Kimisi kıskanarak, kimisi hevesle, kimisi ise üzülerek bakıyordu. Hayatımda ilk defa sevdiğim birine çiçek aldığım için tuhaf hissediyordum. Açıkçası çiçeklerden hiç anlamam. Çünkü birine çiçek alacak bir ilişkim olmadı hiç. O yüzden bunun nasıl bir şey olduğunu anlamak adına ona çiçek aldım ve benden önce vardığı mekana gittim. Nişantaşı'nda neredeyse gözler benim üzerimdeydi. Çok abartılı bir şey almadım alt tarafı papatyaydı ama neden gözler bendeydi anlamadım. Birisi fotoğraf makinesiyle ben yolda yürürken fotoğrafımı çekti. Neden çekti, çektiği fotoğrafla ne yapacak inan bilmiyorum.

Cafe'de onu gördüğümde telefonuyla ilgileniyordu. Sarıldıktan sonra çiçeği ona verdim. Şaşırarak bana bakıp ne gereği var gibisinden bir şeyler söyledi. Çiçeğin üstüne Zeki Müren'in Sevemez kimse seni şarkısından bir dörtlük yazmıştım. Çiçeği aldıktan sonra doğru düzgün bir şey söylemedi. Sevindiğini bile belli etmedi. Yan masaya koyup "Eve gidince anneme veririm, sevinsin kadıncağız" dedi. İlk darbemi orada yemiş bulundum. Daha sonra telefonuyla ilgilenmeye devam etti. Ben bir şeyler konuşuruz umuduyla gelmiştim yanına ama aklı masada değildi maalesef. Daha sonra garsondan kahve istedik. Garsonla flörtleşerek konuşması beni inanılmaz rahatsız etti. Normal konuşuyorum dese de bu tavrını hiç hoş karşılamadım.

Geçen hafta zor şeyler yaşadığı için çiçek alarak üzüntüsünü hafifletmeyi amaçlamıştım ama beklediğim sevinci yüzünde bulamadım. O sırada kendime küfrediyordum tabii. Boşa kürek çektiğimi, çiçek almaya değecek kadar değerli biri olmadığını o zaman anladım. Bir süre havadan sudan bahsedip aramızda oluşan tuhaf sessizliği bozmaya çalışıp durduk. Benimle bir arada olmak istemediği çok belli oluyordu, hissediyordum. Bu aralar tarot falıyla ilgilendiğimi söylediğimde asla bakamazsın sen diyerek hevesimi bozmaya çalıştı ama hiç oralı bile olmadım. Narsist, egoist bir akrep burcu sonuçta ne bekliyorum ki?

Daha sonra yakın bi erkek arkadaşı geldi. Bu arkadaşı daha reşit bile değil. Ona nasıl sevgiyle yaklaşıyor, sarılıyor, öpüyor, saçını seviyor görmen lazım. Ben oturduğum yerde yüzümde oluşan renk değişikliğini korumaya çalışsam da başaramıyordum. Beni asla öyle sevmedi. O kadar rahatsız oldum ve kıskandım ki anlatamam. Birini sevmek güzel bir şey ama bununki sevgi değil bariz taciz gibiydi. Aklıma geldikçe tiksiniyorum. Böyle iğrenç bir sevme şekli olamaz. Onlarla konuşurken zihnimde sık sık "Benim burda ne işim var amk" sorusu neon ışıklarıyla yankılandı durdu. Bir süre sonra sigaralarımızı içip evlere dağıldık. O daha sonra o arkadaşıyla gece kulübüne gidip eğleneceğini söyledi. Ben de eve gidip bitki çayı kaynatıp sezen aksu dinledim sadece. Eve geldiğimi dair mesaj atmadım. Birkaç saat sonra neden mesaj atmadığımı sordu, anca eve geldiğimi geveledim. Gördüğüm manzarayı hala unutabilmiş değilim. Ayrılırken sarıldık yine ama yine aynı sıcaklığı onda hissedemedim nedense. O arkadaşıyla yolun diğer tarafından giderken arkasından baktım uzun uzun ve kendime dedim ki Vişne yine aradığın kişiyi bulamadın.

Bu salak gece kulübünde bir sürü insanla sarmaş dolaş olmuş utanmadan bile tweet atmış. Bunu öğrenen ben tabii ki sinir krizinden sinir krizine atladım. Evde nasıl deliriyorum görmen lazım. Aslında bütün bunlara değmeyecek bir insan ama kendimi değersiz hissettim bir nebze. Benden 2 yaş genç sonuçta, henüz oldukça toy olduğu ve olgunlaşmadığı için çok da sallamıyorum. Ben sadece böyle sığ biriyle vakit geçirdiğim için kızıyorum kendime. Bu da bir şey mi daha beter şeyler de yaptı. 

Geçen hafta arkadaşlarıyla pijama partisi yaptı. Arkadaşlarıyla fotoğraf falan paylaştı. Annesi arkadaşlarını sevmiş. Annesiyle tanışmak istediğimi falan söyledim ama hiç oralı olmadı gerizekalı. Ona o kadar sinirliyim ki anlatamam sana. Bu o gece arkadaşlarıyla uygunsuz şeyler yaşamış. Ben nasıl sinir oldum anlatamam. Bide utanmadan anlatmaya çalışıyor. Keşke sağır olsaydım da bunları duymasaydım dedim. Bir insan nasıl bu kadar kendini değersizleştirir resmen inanmıyorum. Gözümde değeri sıfır şu an sıfır. Aldatıldığıma mı üzüleyim kendimi gavat gibi hissettiğime mi üzüleyim inan şaştım kaldım. Her şeyden önemlisi bu olayları kafamda bitirdim. Artık köpekler gibi sevmiyorum. Çok soğudum çünkü bu hareketlerinden sonra. Ben karşımda oturaklı, nerede ne yapacağını bilen, düzgün, karakteri oturmuş, olgun, zeki insanları görmekten yanayım. Böyle çocukça şeyleri görecek kadar geniş biri değilim.

Bundan önce 10 Kasım'da onun doğum günüydü. Doğum günü mesajını metroda 10 durak arasında düşünüp o an yazdım. Saat 00:00 olunca gönderdim. Duygulandığını söyledi ama bir gram inanmıyorum artık. Çünkü şu an benim için değerli birisi değil. Doğum günü hediyesi olarak tam bir ay ne alacağım diye düşünüp durmuştum. Zeki Müren'i çok sevdiği için Zeki Müren temalı hediyeler aldım. Çok sevdiği şarkıların sözlerini hediye paketlerinin üstüne yazdım. Beyaz çikolata sevdiğini maçka parkında üşürken söylemişti. Hediyelerimin arasında o da vardı. Hediyelerini açtıktan sonra gözleri yerinden fırlamıştı mutluluktan. Bu zamana kadar aldığım en anlamlı ve özel hediye kutusu demişti. Ayağa kalkıp bana sarılmıştı. Sarılırken boynumu falan öpmüştü. Hiç beklemediğim bir şeydi o an. Onu öyle görünce çok mutlu olmuştum. Bütün bunları beni sevsin diye yapmadım tabii. Sadece gözlerindeki ışıltıyı görmek için yapmıştım. O gün mutlu ayrılmıştık. Hatta fotoğraf bile çektirdik ben söylemeden. Vedalaşırken arkasından seni seviyorum diye bağıracaktım ama bir şey beni engelledi, bağıramadım. Kulaklığımı takıp metroya doğru yürüdüm. Kulağımda Sezen Aksu çalıyordu ve yine içimden bir şeyler koptuğunu hissediyordum.

Minik dosyası ile birlikte Nişantaşı serüvenimiz de böylece bitmiş oldu. Geriye insanlara sıfır noktasında güvenen bir Vişne kaldı. Mizantrop biri olma yolunda hızla ilerliyorum. İnsanlara ciddi anlamda artık güvenmiyorum. Çünkü ne zaman güvenmeye kalksam güvenimi yerle bir ediyorlar. Bugün büyük teyzem arayıp kahve içmeye çağırdı. Telefonda ona dinlendiğimi enerjimin olmadığını söyledim. Psikolojimin yerinde olmadığını söylediğimde şaşırdı biraz. Çocukluğumu mahveden insanlardan biri bu kadın. Nasıl böyle şeylere şaşırıyor anlam veremiyorum. Çocukken yaşadığım sorunlar yüzünden doğru düzgün arkadaşlıklarım, duygusal ilişkilerim olmuyor. Bu yaşadıklarımı Sırma biliyor sadece. Cessie de birazını biliyor. Onun dışında Öznur ve Ezgi'ye anlatmak istemiyorum çünkü bunu bilsinler istemiyorum.

Geçen gün Sırma ile buluşup sergi gezdik. Ben sergi gezmeyi çok sevdiğim için onu da davet ettim. Birlikte güzel vakit geçirdik. Kilolarım yüzünden artık fotoğraf bile çektiremiyorum. O kadar çok gözüme batıyor ki anlatamam. Takıntı seviyesinde değil elbette ama hiç görsel açıdan güzel fotoğrafım yok şu sıralar. Bu durum biraz canımı sıkıyor. Arkadaşlarımla vakit geçirip fotoğraf çektirdiğim günleri özlüyorum ama o günler çok geride kaldı. Bir daha da gelmez

Yüksek lisanstaki arkadaş grubumla aylardır konuşmuyorum. Tegan doğum yaptı onun yanına bile gidemedik. Tegan'a mesaj attım. Ona değersiz hissetmemesini, grubu toparlayamadığımı ama kendisini çok sevdiğimi söyledim. Düşünceli davrandığım için bana teşekkür etti. Düşünceli davranmıyordum sadece hissettiğimi söyledim. Arkadaş çemberim gün geçtikçe daralıyor blog. Bu durum bazen beni rahatsız ediyor, özellikle cuma ve cumartesi günleri.

İş yerinde başka bir masada çalışıyorum. Eski masamda çalıştığım arkadaşlarım sandığım gibi insanlar değilmiş. Herkesle arama mesafe koydum. Kimseyle yılışık ilişki istemiyorum artık. Buna ihtiyaç da duymuyorum eskisi gibi. Kulaklığımı takıp işime bakıyorum. Bazen gözüm dalıyor camdan gökyüzüne bakıp Minik'i düşünüyorum ama sonra geçiyor. Karakteri bu kadar oturmamış birine vakit harcadığım için kendime kızıyorum. Benle uyumaya reddeden insan, arasına iki insan alıp akıllara gelmeyecek şeyler yapıyor olacak iş değil. Bu kadar iğrenç biri olacağını hiç düşünmemiştim gerçekten. Ona olan kızgınlığım sanırım geçmeyecek. Bütün bunları yaşadığım için üzülmüyorum blog. Sadece böyle tecrübe etmeseydim keşke diyorum. Dışarıya daha kapalı biri haline dönüşmeme neden oldu bu durum.

Hala kendimi tanımıyorum. Belki de hiçbir zaman tanıyamayacağım. Her gün ben kimim ve bu dünyada ne yapıyorum diye düşünüyorum ama asla cevap bulamıyorum. Etrafımdaki insanlar hayatlarına yaşamaya devam ediyor bense hayatımın hep böyle geçmesinden endişe ederek başımı yastığa koyuyorum her gece. Uyumadan önce tanrının beni yanına almasını diliyorum hep. Çünkü güzel günlerin geleceğine olan inancım kalmadı. Bir karar aldım. 30 yaşına kadar hayatımı düzene sokamaz, mutlu olmayı başaramazsam hayatıma son vereceğim. 30 yaşımdan sonra bu kadar yenilmişliği kaldıramam gibime geliyor. Bir insan her gece mutsuz uykuya dalır mı ya! Dalıyor işte blog. Ölümden bir daha bahsetmeyeceğim burada. Kendim için böyle bir karar verdim. 30 yaşıma daha 4 sene var. Umarım 4 sene içerisinde hayatımı istediğim şekilde kontrol altına alabilirim.

Minik'in fotoğraflarını galerimden sildim. Birlikte çektirdiğimiz iki fotoğrafımız var sadece. Bide Şenay Gürler'in ona seslendiği videosu. Bir tiyatro çıkışı sırasında Şenay Gürler'i gördüm. Bizim gerizekalı Minik de çok seviyor Avrupa yakasını. Ona erken doğum günü sürprizi yaparak Şenay'dan doğum günü videosu rica ettim utanarak. Normalde böyle bir şey yapmıyormuş ama beni kırmadı. Kameraya bakıp doğum günün kutlu olsun deyip gülümsedi. Ben de o gün ona gönderdim bu videoyu. Çok mutlu olmuştu. Hiç beklemediğim bir şeydi. Bu da öyle geçip gitti işte blog.

Ben bu saatten sonra birine nasıl güveneceğim onu düşünüyorum. Geçen hafta babamın doğum günüydü. İş çıkışı gidip ona pasta aldım. Yemek yedikten sonra mumlarla süslü pastasını ona götürürken gözleri ışıldadı. Her insan doğum gününde mutlu olmayı hak ediyor çünkü. Hediyelerimi açarken de epey hevesliydi. Gittikçe babama benziyorum. Onun kadar yalnız birine dönüşüyorum. Babamın hiç arkadaşı yok. Sosyal hayatı yok. Sadece tablet oynayıp çay içiyor. Ona dönüşmekten çok korkuyorum blog.

Birinin gelip hayatımı değiştireceğine de inanmıyorum. Geleceğimin olmadığını düşünüyorum artık. Koca bir karanlıktan başka bir şey görmüyorum. Zaten kendimi kuyuda hissediyorum. Bu öyle bir his ki bazen nefes almakta zorlanıyorum. İnsanlar kuyunun başına gelip benimle konuşuyorlar sonra bağrışlarımı duymadan çekip gidiyorlar. Kuyu o kadar karanlık ve soğuk ki üşüyorum burada. Ellerimi ısıtacak hiçbir şey yok.

Kimsenin hayatı mükemmel değil. Ben de mükemmel bir şey istemiyorum. Her hayatın kendine has çatlakları var. O yüzden kimse asla tam olamıyor, çünkü hepimiz biraz eksiğiz. Kimisi fiziksel anlamda kimisi duygusal anlamda kimiyse zihinsel anlamda eksik. O yüzden yaşadığım son 3 ayı hiç yaşamamış olarak sayıp yoluma devam ediyorum. Zeki Müren dinlemeye de son verdim. Ne zaman denk gelsem değiştiriyorum artık şarkılarını. Onu sevmediğimden değil bana Minik'i hatırlattığı için dinlemek istemiyorum. İnsanlar neden bu kadar kötü blog? Gerçekten anlamıyorum.

Ben hayattan çok basit şeyler istiyorum. El ele tutuşmak, birlikte aynı şeye gülmek, fotoğraf çektirmek, birlikte üşümek, birlikte sinemada film izledikten sonra üşüyerek kalabalığa karışmak, tatlı yerken mutluluktan nirvanaya ulaşmak, sahilde yürümek, kumpir yerken çocuklar gibi sevinmek, sarılmak, birlikte uyumak istiyorum sadece. Neden bu kadar zor geliyor anlamıyorum. Duygusal biri olduğum için de kendime çokça kızıyorum ama insan neyin eksikliğini yaşıyorsa onu arıyor. Pazartesi belki antidepresana tekrar başlayacağım. Çünkü iş yerinde çok kötü hissediyorum düşüncelere daldığım için. Kendime yakın hissettiğim birisi de olmadığı için öyle mal gibi ekrana bakıyorum anca. Yemek yemeyi de eskisi kadar sevmiyorum. Külfet gibi gelmeye başladı bana. O yüzden olabildiğince az yemek yiyorum artık.

Vicdanım çok rahat. Sadece bana yaşatılan şeylerden büyük üzüntü duyuyorum. Bu üzüntünün de zamanla azalacağına inanıyorum. 26 yaşındayım ve kimse tarafından sevilmedim. Annemin sevgisiyle ayakta kalıyorum. Geçen gün beni doğurduktan sonra ilk gördüğü anı hayal edip ağladım biraz. Acaba ne hissetti beni görünce? O siyah saçlı, ağlayan çocuk onun için ne ifade ediyordu diyerek düşünüp ağladım bir süre. Bu aralar her şeye karşı böyleyim niye bilmiyorum.

2020'den umutlu değilim. Büyük ihtimalle evde iki bira içip uyuyacağım. Eğlenip dans etmeyi çok istiyorum aslında ama arkadaşlarım böyle etkinlikler yapmıyor. En son 2017 senesindeki yıl başında mutlu olmuştum. Arkadaşlarım yanımdaydı, güzeldi yani. Şimdiyse yanımda kitaplarım, kedim, annem var. Koca bir hiçliğin ortasındayım blog. Uzun lafı kısası birini sevmek onu kurtarmaya yetmiyormuş.


You Might Also Like

7 kişi benim de tuzum olsun dedi

  1. K bakma ama minik tam şerefsizmiş.Minigin sonunu görebiliyorum başkalarına özellikle sana yaptıgı kötülükler yüzünden hayatının boktan kurtulmadıgı bir hayatı olucak.Keşke 200 yıl önce yaşasaydık insanlar ortalama 40 yaşında ölüyormuş.Olması gerekende bu Allah bize o kadar bir ömür biçmiş ama ilaçlarla makinelerle bok varmış gibi bunu 80 e kadar uzatmışız.Ulam nari insan haklarına sahip bir ülkede yaşasaydık ingiltere falan.YA da Allah intihar etmek için bir yaş sınırı koysaydı 30 u geçtiyseniz hayatın yarısını çekmişsiniz isterseniz artık çıkabilirsiniz oyundan gibi ama yok neden bu kadar zor herşey bari kilo almak diye bir şey olmasa pof

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgiden anlamadığı için böyle aptalca şeylere başvuruyor Artemis. Elbet bir gün bu yaptıklarından pişman olacak. O zaman da her şey için geç olacak.

      Sil
  2. Bence minige şey yaz ben senin bu kadar ahlaksız oldugunu bilsem bu kadar ilgilenmezdiö çiçek parasınada yazık oldu yaz.O kendini o kadar vazgeçilmez zannediyor ki zaten sen eve gidince mesaja töayınca hemen niye mesaj atmadın diye mesaja tmasondan belli o senin gururunu kırıyorsa sende onunkini kır bu ilgi bagımlısı prenseslere en çok bu kolay bence bir kerede beyefendi olma yaz sonrada cevabını beklemeden engelle evde kendini yesin mal

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Eskisi kadar sık konuşmuyorum. Bir daha yüz yüze görüşeceğimi de sanmıyorum. Gözümde bir gram bile değeri yok artık. Öylesine mesajlaşıyorum artık. Hiç çabalamıyorum bile.

      Sil
    2. ay özür dilerim ama söylemeden edemicem, artemis, şu mecrada gördüğüm en salak saçma yorum seninki olabilir. biraz kendini geliştir pls

      Sil
  3. Hayatın içinde elbette bazen hayal kırıklıkları, bazen üzüntüler de olacak. Her ne olursa olsun yaşam tezatlarıyla birlikte akar. Hayal kırıklıklıkları yeni umutlarların da habercisidir. Ne umut biter yaşamda ne de birine güvenme duygusu. Yaşam akması gerektiği gibi akıyor ve yaşam her türlü yaşamaya değer güzellikte.

    YanıtlaSil
  4. vişneeem!
    yıllar geçti ve benim aklımda yalnızca senin blogunun adresi kaldı. uzun süredir okumadığımı fark ettim. keşke sana yardım edebilseydim, sihirli bir değneğim olsaydı ve kendi değerinin farkına varmanı sağlayabilseydim. ben de yıllardır antidepresan kullanıyorum. kimi zaman bu ilaçlar bana delicesine kilo aldırdı. kimi zaman intiharı düşündüm, denedim. hatta yoğun bakımda bile kaldım bu yüzden. ama yıllar geçtikçe anladım ki hayattan beklentini azalttıkça daha mutlu oluyorsun. kendi değerini başkaları üzerinden biçmekten vazgeçtikçe daha mutlu oluyorsun. bu dediklerim bir şey ifade etmeyebilir. belki de defalarca duyduğun bir şeydir. ama sen hayata nasıl bakarsan insanlarla ilişkin o yönde ilerliyor. kendi kendine yalnızım telkininde bulundukça o alandan maalesef çıkamıyorsun. 26 yaşındasın. hayatında sana kötü şeyler yapan insanları sırtından atmayı dene vişnecim. teyzen ya da her kimse, ailen bile olsa "bana çocukken bunları bunları yaptılar" düşünceni silmeyi denesen keşke. bunu onlarla yüzleşerek de yapabilirsin. ama o yıllar geçti. hayatının kötü evresi geçti. işin var, master yapıyorsun, kendini harika şekilde geliştirdin. o yükleri at artık bitanem. lütfen taşıma artık onları. kendinin farkına var.

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Subscribe

subscibe